SEN NASIL İSTANBULLUSUN?
Merhaba İstanbullular nasılsınız. İki yıl önce bir youtube kanalında bir video izlemiştim geçen günlerde tekrar karşıma çıktı. Bu sefer ki izleyişimde beni biraz derin düşünmeye itti. Video üzerinden başlayıp farklı konulara gireceğim ama isterseniz yazının sonunda videoyu buradan izleyebilirsiniz
Video da babalar oğullarına balık türlerini, karpuz nasıl seçilir ve alet edevatların isimleri nelerdir gibi önünde bulunan şeylerden sorular soruyorlar. Dikkatimi çeken şu;
Önünde bulunan balık tepsisinde çeşitli balıklar mevcut ve bir arkadaş palamuta istavrit diyor. Bunun üzerine babası da oğlum sen nasıl İstanbullusun? diyor. Diğer baba – oğul ikililerinde de benzer cevaplar geliyor. Bu cevapları verenlerde 25- 30 yaş arasında yetişkin insanlar yani , çoluk çocuğun vereceği cevapları verip pişkin pişkin sırıtıp nerden bileyim yaaa hepsi balık sonuçta diyebiliyorlar…
Benim asıl üstünde durmak istediğim tabi ki balık ve balık türleri konusu ve bunda yeni nesilin cevap verememesi.
Üç tarafı denizlerle çevirili, iki tane boğazı olan bir ülkede boğazın kıyısında İstanbul’ da, Çanakkale ‘ de yaşayan birisi nasıl olurda balık türlerini bilmez!
Kaç tane balık türünü biliyoruz?
Mesela Lüferi? Her bir boyuna verilen adını,
Defne yaprağı, çinekop, sarıkanat ,lüfer, kofana, sırtıkara ..
Lüfer dediğimiz balık bizim hayatımıza o kadar işlemiş ki bebekliğinden yetişkinliğine , her farklı boyuna neredeyse bir isim vermişiz. Eskiden balıkçıya bana bir balık ver dediğin zaman sana lüfer verirmiş. Başka bir tür balık istersen istavrit, hamsi, kolyoz, uskumru, palamut gibi ismini söylermişsin. Lüfer eşittir balık demek. Balığın hası, en lezzetlisi lüfer. Peki şimdi kaçımız lüfer alabiliyoruz, çocuklarımıza lüfer yedirebiliyoruz. Yediremeyiz az çünkü. Az olduğu içinde çok pahalı.
Bugün pazar tezgahlarında, marketlerde, çinekop diye satılan balığın asıl ismi lüferdir. Çinekop lüferin cinsel olgunluğa erişmemiş ve henüz hiç yumurta dökmemiş boyutuna verilen isimdir. Peki çinekopun ticari kaygılar yüzünden hala tezgahlarda satılıyor olması doğru mudur?
Daha balık türlerini bilmiyorken, bir balığın farklı boylarına verilen ismi nasıl bileceğiz?
İşte bunu bilemezsek kaybetmeye mecburuz. Sonra çok ağlayıp sızlanırız ve şunu çok iyi biliyorum ki eğer ticari avcılık bu şekilde gitmeye devam ederse en geç 10 yıl sonra ne lüfer kalacak boğazlarımızda ne de bebesi!. Bu bir katliam değil de nedir?
Balık Karadeniz’ den Marmara’ ya, oradan da Çanakkale boğazına geçerek göç ediyor ve burada, Marmara’ da katliam yaparak hiçbir balığın yumurtlamasına izin vermiyoruz.
Balık türlerini dahi bilmeyen adam bunlara nasıl karşı koyabilir ki? Nasıl farkındalık oluşturabilir. Sürdürülebilir balıkçılık dünyanın her yerinde uygulanırken biz bütün kaynaklarımızı yok etmeye devam ediyoruz.
Zamanında Marmara’dan giden uskumru, kolyoz gibi lüferde bizi terk edecek.
70’ler de kılıç , torik ve orkinosların terk ettiği gibi.
Terk eden onlar değil aslında biz yok ediyoruz. Her şeyi yok ettiğimiz gibi onları da yok ediyoruz.
Başka bir baba şöyle diyordu çok hoşuma gitti bu ifade;
Bu ülkenin etrafı denizlerle çevrili değil. Balıklar ile çevrili oğlum! Hayran kaldım bu ifadeye, daha güzel nasıl anlatılırdı bilemiyorum, tam anlamıyla böyle etrafımız balıklarla çevrili ama bu güzel kaynağımızı bir yandan da katlederek nankörlük ediyoruz.
Galata köprüsü ve Haliç, olta balıkçıları için, çok önemli bir avcılık noktasıdır. Lüfer göç dönemimde boğaza girip çıktığında burada avlanmak ve trol teknelerinden sığınmak için birkaç gün geçirir. Bu zamanda bizlerde koşa koşa oltalarımızı atmaya gidiyoruz. Her sene bu dönemi boş geçirmeyen olta balıkçılarına sorarsanız her sene balığın azaldığını size söyleyebilirler.
Marmara’ ya gelen hiçbir lüferin yumurtlama şansı yok!
Marmara boğazı lüfer için bir geçiş koridoru ama burada tamamı avlanıyor.
Bir türün neslinin devam etmesi ve çoğalabilmesi için en az bir sefer üreyebilmelerine müsaade etmek zorundayız. Birileri lüfer bebelerini hunharca katlederek ceplerini doldurmakta ve biz seyretmeye devam ediyoruz!
Daha çok seyrederiz adam daha balık isimlerini bilmiyor, hangi kaynağı korumaktan bahsedebilir ki?
Sende şimdi fazla abarttın diyecek belki bazıları. Ben birbirinden farklı görünüme sahip olan balıkların, gözü olan her insanın rahatlıkla ayırt edebileceği türlerin isimlerinden bahsediyorum. Bu topraklar da yetişen karpuzun, kavunun, şeftalinin cinsinden bahsetmiyorum. Bir karpuzun kaç tane cinsini sayabilirsiniz? Bütün karpuzlar yuvarlak ve yeşildir. Yeşil dış kabuğunu saran açık renkli şeritleri vardır. Bunu ayırt etmek zordur, tadına bakmak ve bariz farkları iyi belirlemek gerekir. Ama bunları da bilmek lazım. Eğer babana, dedene, atana bunu sorarsan sana birçoğunu tek tek izah edebilir.
Biz gençler eskilerin öğütlerini dinlemekten hiç haz etmeyiz, dinlesek de kulak arkası ederiz ama onlar ne söylediyse karşımıza çıkar ve bunu da çok iyi bilmemize rağmen kendi yolumuzu kendimiz çizmek konusunda son derece ısrarlıyız. Acaba bunu yapmasak mı?
Her seferinde kendi kafamızın dikine gitmesek mi?
Delikanlılığın vermiş olduğu enerjiyle biz biliriz modundan çıkamıyoruz ama otuzlu yaşlara gelmeye başladığımızda ufak düşüncelerimize ufak esler verip, onlara danışmaya başlıyoruz.
Acaba bu konuda babam ne düşünür onunda bir fikrini alayım gibi.
Çünkü bizim deneyimlerimiz yetersiz ve onların tecrübelerinden şimdi faydalanmazsak ebediyen faydalanamayacağız, durup bir fikir almaktan ne çıkar. Dinle, öğren ve bunların üstüne kendi fikrini inşa et , fikirlere muhalefet olmayı seçme ve kötü bir fikir ortaya attıysa da ona kızma.
Muhatabın fikirler olsun , kişiler değil!
Yoksa Sen nasıl İstanbullusun? derler adama 🙂